top of page

Hukukun Bilinçdışı Yapısı: Lacancı Teori ile Adaletin Ulaşılamazlığı

  • Yazarın fotoğrafı: Furkan Tunca
    Furkan Tunca
  • 18 Eki 2024
  • 9 dakikada okunur
1. Lacan’ın Teorik Çerçevesi ve Hukuk

Jacques Lacan, psikanaliz alanındaki yenilikçi fikirleriyle Freud’un teorilerini geliştirerek, bireyin kimlik, arzu, bilinçdışı ve toplumsal düzen ile ilişkisini derinlemesine incelemiştir. Lacan’ın çalışmaları, sadece bireysel psikolojiye değil, toplumsal yapılar ve hukuk gibi kurumsal sistemlere de uygulanabilecek kapsamlı bir felsefi çerçeve sunar. Onun arzu, eksiklik, yasa ve simgesel düzen kavramları, hukukun işleyişiyle bireyin bilinçdışı arasındaki bağlantıyı anlamada önemli bir temel sağlar.


1.1 Eksiklik (Lack) ve Hukuk

  • Lacan’a göre insan deneyiminin merkezinde eksiklik (manque) yer alır. İnsan, her zaman bir şeylerin eksik olduğu hissiyle yaşar. Bu eksiklik, bireyin tam anlamıyla tatmin olamamasından ve kimliğinin hiçbir zaman tamamlanmamasından kaynaklanır.

  • Eksiklik, bireyi arzuya iter. Ancak arzu nesnesi (örneğin mutluluk, adalet ya da güvenlik) asla tam anlamıyla elde edilemez, çünkü insan arzuları hiçbir zaman tamamen doyurulamaz.


1.2 Arzu (Desire) ve Hukuk

  • Lacan’a göre arzu, insanın bilinçdışında sürekli olarak eksik olanı tamamlama çabasını ifade eder. Bireyin arzusu, toplumsal normlar tarafından bastırılsa bile bilinçdışında var olmaya devam eder ve çeşitli şekillerde ifade bulur.

  • Ancak arzu hiçbir zaman doğrudan tatmin edilmez; çünkü insan arzuladığı şeyin ötesinde, başka bir şeyi (başka arzuları) istemeye devam eder.


1.3 Simgesel Düzen ve Yasa (Law of the Father)

  • Lacan’ın en önemli katkılarından biri, bireyin toplumsal hayata katılımını belirleyen simgesel düzen (symbolic order) kavramıdır. Simgesel düzen, dil, normlar ve yasalar gibi toplumsal yapıların bir bütünüdür ve bireyin kimlik kazanması bu düzen içinde gerçekleşir.

  • Yasa, Lacan’ın teorisinde “Baba’nın Adı” (Nom du Père) olarak da adlandırılan ve bireyin arzularını sınırlayan bir otoriteyi temsil eder. Baba figürü, bireyin doğrudan arzularını (özellikle anneye yönelik olanları) bastırır ve onu toplumsal kuralların içine yerleştirir. Bu otorite, bireyin hem korktuğu hem de saygı duyduğu bir yapı olarak işlev görür.


1.4 Bilinçdışı ve Hukukun İşleyişi

  • Lacan’a göre bilinçdışı, bireyin arzu ve korkularının doğrudan ifade edilemediği ve baskılandığı bir alandır. Hukuk, bireyin bilinçdışındaki bu arzu ve korkulara dolaylı olarak temas eder.

  • Hukuk, toplumda düzeni sağlamak için bireylerin arzularını bastırsa da, bu arzular bilinçdışında var olmaya devam eder ve çeşitli şekillerde (örneğin yasaların çiğnenmesi ya da adalet arayışı) ifade bulur.


2. Hukukun Bilinçdışı Yapısı Nasıl Ortaya Çıkar?

Jacques Lacan’ın felsefi çerçevesinde bilinçdışı, yalnızca bireylerin iç dünyasına ait bir olgu değil, toplumsal düzeni ve kurumları da etkileyen derin bir yapı olarak karşımıza çıkar. Hukuk sistemi, toplumsal düzenin teminatı olarak görünse de, bireylerin arzuları, korkuları ve bastırılmış dürtüleri üzerinde işleyen bilinçdışı bir mekanizmaya sahiptir. Hukukun bilinçdışı yapısı, yasaların, normların ve toplumsal düzenin yalnızca rasyonel bir düzenleme olmaktan öte, bireyin ve toplumun eksiklik, arzu ve yasaklarla kurduğu bir ilişkiyi yansıttığını gösterir. Bu yapıyı açığa çıkaran birkaç temel unsur vardır: bastırılmış arzular, simgesel düzen, yasak ve ihlal arasındaki gerilim, hukukta dilin rolü ve adalet arayışının doğası.


  • Bilinçdışı ve Yasa Arasındaki İlişki: Lacan’a göre bilinçdışı, toplumsal normlar ve yasalar tarafından baskılanan arzu ve korkuların gizlendiği yerdir. Hukuk, bireyin bilinçdışında var olan eksiklik duygusuna bir çözüm sunma iddiasıyla ortaya çıkar. Ancak hiçbir yasa veya norm bu eksikliği tamamlayamaz.

  • Yasanın Öteki Olarak İşlevi: Hukuk, Lacan’ın “Büyük Öteki” (Big Other) kavramıyla ilişkilidir. Yasa, bireyin hayatını yönlendiren mutlak bir otorite gibi görünür. Ancak bu otorite, her zaman belirsiz ve eksik kalır; birey, hukukun eksiksiz adalet sunacağına inanmak ister, ancak bu beklenti hiçbir zaman tam anlamıyla gerçekleşmez.

  • Hukuki Metinler ve Kararlar: Mahkeme kararları, yasalar ve düzenlemeler, bireylerin bilinçdışı arzularının tezahürü olarak da görülebilir. Örneğin, adalet arayışı, bireyin hayatında eksik kalan bir tatminin simgesel olarak peşinden koştuğu bir arayıştır.


1. Bastırılmış Arzular ve Hukuk: Bilinçdışının Hukuka Yansıması

Lacan’a göre, bilinçdışı, bireyin arzularını ve dürtülerini baskılayan bir yapıdır. Ancak bu arzular, tamamen ortadan kalkmaz; bilinçdışında yaşamaya devam eder ve dolaylı biçimlerde kendini gösterir. Hukuk sistemi de, bireylerin içsel arzularını ve dürtülerini denetleyip bastıran bir otorite olarak işlev görür.

  • Hukuk, insanın doğasında var olan saldırganlık, şiddet ve sınırsız arzu gibi eğilimleri kontrol altına almayı hedefler. Ancak bu eğilimler, yasalarla tamamen ortadan kaldırılamaz ve bilinçdışında farklı biçimlerde ortaya çıkar.

  • Suç işleme arzusu, bireyin yasaklanan şeye yönelik bastırılmış ilgisinin bir göstergesidir. Yasaklanan her eylem, bilinçdışında bir arzu nesnesine dönüşür. Örneğin, mülkiyet hakkını ihlal etmek veya toplumsal kuralları çiğnemek, birey için yasağı ihlal etmenin getirdiği bir tatmin arayışına işaret eder.

Bu bağlamda hukuk, bireylerin arzularını denetleyip sınırlandırsa da, aynı zamanda bu arzuların bilinçdışı düzeyde büyümesine ve dolaylı biçimlerde ortaya çıkmasına yol açar. Böylece hukukun bilinçdışı yapısı, bireylerin yasa ile kurduğu gerilimli ilişki içinde kendini gösterir.


2. Simgesel Düzen, Yasa ve Büyük Öteki: Hukukun Otoritesine Duyulan İnanç

Lacan, insanın toplumsal yaşama katılımını belirleyen yapının simgesel düzen olduğunu söyler. Simgesel düzen, dil, normlar ve yasaların bütününü ifade eder. İnsanlar, varlıklarını anlamlandırmak için simgesel düzenin kurallarına uymak zorundadır. Hukuk, bu düzenin en temel unsurlarından biridir ve bireylerin hayatına anlam kazandıran bir otorite olarak işlev görür.

  • Lacan’ın teorisindeki “Büyük Öteki” kavramı, hukuk gibi otorite yapılarının nasıl işlediğini anlamada kilit bir rol oynar. Büyük Öteki, toplumda mutlak doğruyu ve adaleti temsil eden, bireyin kendisinden üstün gördüğü bir otoriteyi ifade eder. Hukuk, bu mutlak otoriteyi temsil eder ve bireyler hukuka uyarak toplumda kendilerine bir yer edinirler.

Ancak Lacan’a göre, Büyük Öteki aslında eksiksiz değildir. Hukuk, her ne kadar kusursuz bir adalet sunma iddiasında bulunsa da, her zaman belirsizlikler ve eksiklikler içerir. Örneğin, bir mahkeme kararı taraflardan birini tatmin ederken diğer tarafı tatminsiz bırakabilir. Bu tatminsizlik, hukukun her zaman “bir şeylerin eksik olduğu” bir yapıya sahip olduğunu ve bireylerin arzularını tamamen karşılayamayacağını gösterir. Bu durum, hukukun bilinçdışı yapısının açığa çıkmasına neden olur: Hukuk otoriteyi temsil ederken aynı zamanda bireylerde güvensizlik ve hayal kırıklığı yaratır.


3. Yasak ve İhlal: Yasanın Kendini Yeniden Üretmesi

Lacan’ın felsefesinde yasa ve yasak arasındaki ilişki, bilinçdışının işleyişini anlamak açısından önemlidir. Yasak, bir şeyin arzulanmasını engellemeye çalışırken, aynı zamanda o şeyi daha da arzu edilir hale getirir. Bu durum, Freud’un “yasaklı meyve” metaforuna benzer: Yasaklanan şey, daha çok arzu edilir.

  • Hukukun koyduğu her yasa, bir ihlal potansiyeli barındırır. Yasaklanan bir eylem ya da davranış, bireylerin bilinçdışı arzularında güçlü bir yer edinir. Örneğin, suç işlemek yasaklanır, ancak yasaklama eylemi suç işleme arzularını tamamen ortadan kaldırmaz; tam tersine, suçu bir tür arzu nesnesine dönüştürür.

Bu noktada, hukuk sisteminin kendisi de bir döngüye girer: Her yasa, yeni bir arzuyu ve ihlal potansiyelini beraberinde getirir. Bu nedenle hukuk, yalnızca düzen sağlamakla kalmaz, aynı zamanda sürekli olarak yeni yasalar üretir ve kendini yeniden inşa eder. Bu döngü, hukukun bilinçdışı yapısının nasıl işlediğini gösterir: Yasak koyan otorite, aynı zamanda o yasağın ihlal edilmesi olasılığını da içinde barındırır.

4. Dil, Hukuk ve Bilinçdışı

Lacan’a göre, bilinçdışı “dil gibi yapılanmıştır” (structured like a language). Bu ifade, bireyin bilinçdışı arzularının ve bastırılmış hislerinin dil aracılığıyla dolaylı olarak ifade edildiğini gösterir. Hukuk sistemi de dil üzerine kuruludur: Yasalar, mahkeme kararları ve sözleşmeler gibi hukuki metinler, bireylerin hayatını düzenlemek için dilsel bir yapıya sahiptir.

  • Ancak hukuk dili, her zaman belirsizlikler içerir. Yasaların yorumlanması ve uygulanması, bireylerin arzularına göre değişebilir. Örneğin, bir sözleşmenin maddeleri, taraflar arasında farklı yorumlara yol açabilir ve bu durum, hukuki anlaşmazlıkların ortaya çıkmasına neden olabilir.

  • Hukuk dili, bireylerin bilinçdışı arzularını açıkça ifade etmesine izin vermez; aksine, bu arzuları bastırarak kuralların içinde görünmez hale getirir. Ancak bu bastırma, bilinçdışında birikmeye yol açar ve bireylerde adalet arayışı olarak kendini gösterebilir. Örneğin, mahkemeye başvurmak ya da bir hakkın ihlal edildiğini iddia etmek, bireyin bilinçdışındaki arzularının bir ifadesi olabilir.

5. Adalet Arayışı: Bilinçdışının Sonsuz Döngüsü

Hukukun bilinçdışı yapısı, bireylerin hiçbir zaman tam olarak tatmin edilemeyen bir adalet arayışında kendini gösterir. Lacan’a göre, adalet bir arzu nesnesidir ve bu nesne asla tam olarak elde edilemez. Her hukuki karar, yeni bir eksiklik ve tatminsizlik yaratır.

  • Bireyler, adaleti sağlamak amacıyla hukuka başvururlar; ancak her hukuki süreç, eksiklik hissini ve yeni bir arayışı beraberinde getirir. Mahkeme kararlarından ya da yasal düzenlemelerden tatmin olmayan bireyler, yeni taleplerde bulunur ve hukukun sınırlarını zorlarlar. Bu döngü, hukukun bilinçdışı yapısının sürekli olarak yeniden üretildiğini gösterir.

Lacan’ın felsefesi, hukukun yalnızca bir toplumsal düzenleme aracı değil, aynı zamanda bireylerin bilinçdışı arzularıyla sürekli bir etkileşim içinde olan bir yapı olduğunu ortaya koyar. Hukuk, bireylerin arzularını bastırarak toplumsal düzeni sağlasa da, bu arzuları tamamen ortadan kaldıramaz. Bastırılan her arzu, bilinçdışında var olmaya devam eder ve yeni ihlaller, hayal kırıklıkları ve adalet talepleri olarak ortaya çıkar. Bu döngü, hukukun bilinçdışı yapısının sürekli olarak iş başında olduğunu ve bireylerle hukuk arasındaki


Hukuk ve Adalet Arayışının Eksikliği

Lacan’ın felsefesinde adalet arayışı, insanın arzularını ve tatmin eksikliğini simgesel düzene taşıma çabasıdır. Ancak Lacan’a göre, adalet asla tam anlamıyla sağlanamaz, tıpkı bireyin arzularının hiçbir zaman tam olarak doyurulamayacağı gibi. Hukuk sistemi, toplumda düzen sağlama ve adaleti tesis etme amacıyla işlese de, her hukuki karar bir eksiklik barındırır ve bireylerde yeni talepler ve hayal kırıklıkları yaratır. Bu durum, hukukun yalnızca teknik ve rasyonel bir mekanizma olmadığını, aynı zamanda bireylerin bilinçdışı arzularını da içeren karmaşık bir yapı olduğunu gösterir.

1. Lacan’ın Arzu Teorisi ve Hukuktaki Eksiklik

Lacan’a göre insan hayatı, eksiklik ve arzu üzerine kuruludur. Birey, her zaman eksik hissettiği bir şeyi tamamlamaya çalışır; ancak bu arayış, sonsuz bir döngü içindedir. Arzu, tam anlamıyla tatmin edilemeyen bir ihtiyaçtır ve her tatmin çabası yeni bir eksiklik doğurur. Hukuk sistemi de bu eksikliği gidermeye yönelik bir araç olarak görülse de, adalet arayışında aynı temel sorunla karşılaşılır: Adalet her zaman eksik kalır ve bireyin taleplerini tam anlamıyla karşılayamaz.

  • Hukuk, bireylerin haklarını koruma, suçları cezalandırma ve toplumsal düzeni sağlama amacı taşır. Ancak her mahkeme kararı, bir taraf için tatmin sağlarken, diğer taraf için yeni bir hayal kırıklığı yaratır.

  • Örneğin, bir davada kazanan taraf hukuki anlamda tatmin edilmiş gibi görünse de, kaybeden taraf için bu süreç adaletin eksikliğine dair bir hissiyat yaratır. Böylece, hukuk her zaman bir şeylerin eksik kaldığı bir sistem olarak algılanır ve bu eksiklik, bireylerin bilinçdışında yeni talepleri doğurur.


    2. Adalet Arayışı: Bir Arzu Nesnesi Olarak Adalet

    Lacan’ın teorisinde arzu nesnesi (objet petit a), bireyin eksikliğini gidermeye çalıştığı ama asla tamamen ulaşamayacağı şeyi ifade eder. Adalet, bireylerin gözünde bir arzu nesnesi haline gelir. Toplum ve bireyler, adaletin sağlanacağı umuduyla hukuka başvururlar, ancak her karar, eksik bir tatmin hissiyle sonuçlanır. Adalet, tıpkı Lacan’ın arzu teorisindeki gibi, bir kez elde edilmeye çalışıldığında kayıp bir nesne haline gelir: Her elde ediş çabası yeni bir eksikliği doğurur.

    • Mahkemelerdeki uzun süreçler, verilen kararlar ve hukuki mekanizmalar, adalet arayışının sonsuzluğunu yansıtır. Bireyler bir hakkını elde ettiğinde ya da bir suçlunun cezalandırıldığını gördüğünde bile, “Gerçekten adalet sağlandı mı?” sorusu gündeme gelir.

    • Adalet, her zaman biraz daha ileriye itilmiş, tam anlamıyla ulaşılamayan bir hedef gibidir. Bireyler hukuka güvenip adalet arayışına girerler; ancak sonuç her zaman eksik kalır. Bu durum, hukukun bireylerin bilinçdışı arzularını karşılayamayan bir sistem olduğu gerçeğini ortaya koyar.


  • 3. Hukukun Eksikliği ve Simgesel Düzenin Çatlakları

    Hukuk sistemi, Lacan’ın “simgesel düzen” adını verdiği normlar ve kurallar bütünü içinde yer alır. Ancak simgesel düzen, her zaman eksiksiz işlemez; dil, kurallar ve yasalar, insan arzularını tam anlamıyla ifade edemez. Simgesel düzenin eksiklikleri, hukukun uygulanmasında da kendini gösterir. Yasalar, her ne kadar toplumun adaletini sağlamak için var olsa da, bireylerin ihtiyaç ve arzularını tam olarak karşılayamaz.

    • Hukukun dili, bireylerin arzularını bastırarak düzen sağlamak amacı taşır. Ancak bu bastırma, yeni arzuların ortaya çıkmasına yol açar. Örneğin, bir davada kaybeden taraf, hukuka duyduğu inancı sorgulamaya başlar ve sistemin adaleti sağlama kapasitesine karşı yeni talepler geliştirir.

    • Hukuk, bireylerin her birini eşit şekilde kapsayacak şekilde düzenlenmiş gibi görünse de, her kuralın bir istisnası ve her uygulamanın bir eksikliği vardır. Örneğin, aynı hukuki düzenleme, farklı durumlarda farklı sonuçlar doğurabilir; bu da hukukun mutlak adalet sağlamaktan uzak olduğunu gösterir.

    Lacan’a göre, hukukun bu eksiklikleri, simgesel düzenin kusurlarından kaynaklanır. Toplum, hukuka bir otorite ve güven kaynağı olarak bakar; ancak her hukuki süreç, bu güvenin aslında eksik olduğunu ortaya çıkarır. Bu eksiklik, bireylerin bilinçdışı düzeyde tatminsizliğe ve sürekli adalet arayışına girmesine yol açar.


4. Yasa ve Arzu Arasındaki Çelişki: İhlal Edilen Adalet

Lacan, yasa ile arzu arasındaki ilişkinin her zaman çelişkili olduğunu öne sürer. Yasa, bireyin arzularını bastırmak için var olurken, aynı zamanda o arzuları daha çekici hale getirir. Hukuk sistemi de bu çelişkiyi içinde barındırır: Adaletin sağlanması için konulan kurallar, aynı zamanda o kuralların ihlal edilmesi ihtimalini artırır.

  • Örneğin, cezalandırılan bir suç, başka bireyler için bir arzu nesnesine dönüşebilir. Yasaklanan eylemler, bilinçdışında çekici bir hal alır ve adalet arayışı, bu tür ihlaller üzerinden yeniden şekillenir. Hukuk sistemi, bir yandan ihlalleri önlemeye çalışırken, diğer yandan bu ihlallerin kaçınılmaz olduğunu kabul etmek zorunda kalır.

  • Adalet arayışı da bu çelişkiden etkilenir: Her yeni yasa, yeni ihlal potansiyellerini ve dolayısıyla yeni adalet taleplerini doğurur. Hukuk, her zaman ihlalin ve adaletsizliğin gölgesinde işleyen bir sistem olarak kalır.


5. Adalet Arayışının Sonsuz Döngüsü

Lacan’ın teorisine göre, insanın arzusu hiçbir zaman son bulmaz; her tatmin çabası, yeni bir eksikliği doğurur. Hukuk sistemi de bu döngünün bir parçasıdır: Her hukuki karar, yeni talepler ve yeni eksiklikler yaratır. Bu durum, adalet arayışının sonsuz bir döngü içinde olduğunu gösterir.

  • Bireyler, hukuka başvurarak adalet ararlar; ancak her karar, yeni bir tatminsizlik hissi yaratır. Örneğin, bir mahkeme kararı sonrasında bile taraflar temyiz hakkını kullanarak süreci devam ettirebilir. Bu, hukukun hiçbir zaman nihai bir tatmin sağlayamayacağını gösterir.

  • Adalet arayışı, bireylerin bilinçdışındaki eksiklik hissini gidermeye yönelik bir çabadır; ancak bu çaba, hiçbir zaman tam anlamıyla başarıya ulaşamaz. Lacan’ın teorisinde olduğu gibi, adalet, birey için asla tam olarak ulaşamayacağı bir arzu nesnesi olarak kalır.


Hukukun Adalet Sağlamadaki Kaçınılmaz Eksikliği

Lacan’ın arzu teorisi, hukukun ve adalet arayışının eksik ve tamamlanamaz yapısını anlamamıza yardımcı olur. Hukuk, bireylerin arzularını bastırarak toplumsal düzeni sağlamaya çalışsa da, her zaman bir şeylerin eksik kaldığı hissini yaratır. Her hukuki karar, adaleti sağlamak yerine yeni talepler ve hayal kırıklıkları doğurur. Böylece hukuk, bireylerin bilinçdışında sürekli olarak yeniden üretilen bir arzu nesnesi haline gelir. Bu döngü, adaletin asla tam anlamıyla sağlanamayacağı gerçeğini ve hukukun eksik bir yapı olarak var olmaya devam edeceğini gösterir.

RANDEVU OLUŞTUR

Mesajınız Başarıyla İletildi...

FURKAN TUNCA

STJ. AV.

YASAL STAJYER

Email:

Tel:

507 571 55 58

Website

hukuk danısmanlık

Furkan Tunca Kişisel Hukuk Sayfası I Tüm Hakları Saklıdır. 2024

bottom of page